Murâkabe denetleme, gözetleme, dikkati bir noktaya toplama manalarındadır. Kulun “Hakk, bütün halime ve hareketlerime vakıftır” şeklinde şuur ve idrak içinde olmasıdır.[1] Allah’ın her zaman, her yerde hazır ve nazır olduğunu; kendini görüp, işittiğini bilinç olarak yaşamaktır.[2] Murâkabe Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığını elde etmeye çalışmaktır.[3]
Tasavvuf ıstılahında murâkabe; salikin gönlünü Allah’a yöneltip, ağyara olan temayülünü de terkedebilmesi için, kalbine sahip çıkarak, onu sair alakalardan arındırmaya çalışması, bu sebeple günlük işlerinin Hakk’ın rızasına uyup uymadığını düşünüp, etraflı bir muhasebe tariki ile kendi kendisine ve kalbine sahip olması demektir.[4]

“Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözetleyicidir.”(Nisa, 4/1) ayetiyle ifade edildiği üzere murâkabenin en önemli şartı her ne halde ve neyde olursak olalım Allah’ın bizi gördüğü bilmek ve bu bilgiyi özümseyerek yaşantı haline getirmektir. Murâkabenin sonucu huzur makamıdır. Huzur makamına ulaşmak için kul her halini Allah’ın kendini her yerde gördüğünü hissederek tanzim eder, sonra kendisi her halde Allah’ı görüyormuş gibi amel etmeye başlar. Nitekim bir başka ayette de şöyel buyurulmaktadır:
“Allah her şeye hakkıyla nigehbândır (kullarının bütün amellerine şahit olup, murâkabe eden ve gözetleyicidir).”(Ahzab, 33/52)
Murâkabenin hasılasından biride kurbiyyet ve ünsiyet Hâlidir. Salik Allah’ın kendine şah damarından daha yakın olduğu halini murâkabe sayesinde kazanır. Allah’a birliktelik (maiyet) zevkinden öte özel bir yakınlık nakamına ulaşır (akrebiyyet). Bu makama Kur’an-ı Kerim’de şu ayetle işaret edilmiştir:
“Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16)
Allah’ın ilim sıfatı tüm ma’lumu şamildir. Çünkü her ma’lum ilim sıfatının bir tecellisidir. Bu tecellinin murâkabesiyle kişi Allah’ın her şeyi evvel-ahir, zahir-batın çizgisinde murakıb olduğunu hakka’l yakîn kazanır. Aşağıdaki ayetler bu hakikati beyan eder:
“Şüphesiz ki Allah onların sinelerindeki bütün özü hakkıyla bilmektedir.” (Âl-i İmran, 3/119)
“Allah sînelerdeki özü hakkıyla bilendir.” (Âl-i İmran, 3/154)
“Allah’tan korkun. Şüphe yok ki Allah göğüslerde olan sırrı dahi bilicidir.” (Maide, 5/7)
“Çünkü O hiç şüphesiz göğüslerin içini ve özünü bilendir.” (Enfal, 8/43)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Allah’ın sinelerdekini bilmesiyle alakalı ilgili ayetin tefsirinde şöyle söylemektedir: “Gönüllerde ne vardır, ne olacaktır ve ne gibi sebep ve şartlarla değişik hallere uğrayacaktır hepsini tamamıyla ve hakkıyla bilir.”[5]
Yine Allah’ın her yerde nâzır olduğunu belirten ayetlerde O her şeyi görürken kullarının nasıl onu inkar edip, dalalete saptıkları sorgulanmakta ve bu hal kınanmaktadır. Yazır, tefsirinde bu ayeti şöyle açıklamaktadır: “O’nu inkar mı ediyorlar? Yani her nefis üzerine be o nefsin bütün yaptıkları ve kazandıkları üzerine gözcü, gözetici, yönetici ve hakim olan, her nefse istemiş ve yapmış olduklarına karşılık hayır ve şer, sevap veya günah veren ve o nefsi yaptıklarından sorumlu tutan, hasılı Rahman adının da sahibi bulunan yüceler yücesine mi karşı geliyorlar? Hiç O’na şirk koşulr mu? O, hiç başka bir varlıkla kıyas olunur mu?”[6] Esas olan Allah nasıl her şeyi murakıb ise kendisine akıl, ilim ve irade verdiği kullarının da O’nu murakıb, gözleyici olmalarıdır.
“Her nefsin (hayır ve şer) bütün kazandığına nazır olan [murâkabe eden] (yüce Allah böyle olmayan gibi midir).” (Ra’d, 13/33)
Bunun için kulun önce kendini murâkabe etmesi, kalbine masivallahı sokmamaya gayret etmesi gerekir. Nitekim “Nefsini tanıyan Rabbini tanır” hadisi bu gerçeğe işaret etmektedir. Kalbine vakıf olduktan sonra tezkiye ile imar ettiği kalbini Allah’ı murâkabe için ona yönlendirmesi gerekir. Bu da Allah’ın sıfatlarını (her şeyi gören, bilen, duyan, her şeyden haberdar ve münezzeh olduğunu) murâkabe ve daha sonra zatını murâkabe ile huzur makamına varmasıyla son bulur.
Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: “Bir kere Cebrail bir adam şeklinde Hz. Peygambere (sas) geldi ve “Ya Muhammed! İman nedir?” diye sordu. Rasulullah şöyle buyurdu: “İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kadere, hayrın ve şerrin, tatlının ve acının Allah’tan olduğuna inanmandır.” Adam: “doğru söyledin” diye cevap verdi. Cerir diyor ki: “Sual soran adamın Rasulullah (sas)’ı tasdik etmesine hayret ettik”. Adam yine sordu: Bize İslam’ın ne olduğunu bildir”. Rasulullah şöyle cevap verdi: “İslam namaz kılman, Zekat vermen, ramazan orucu tutman, Allah’ın evi (olan Kabe’ye) haccetmendir. Adam “Doğru söyledin” diye cevap verdi ve ilave etti “İhsanın ne olduğunu bize haber ver”. Rasulullah şöyle buyurdu: “İhsan Allah’ı sanki O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.” Adam yine “doğru söyledin” diye cevap verdi. (Buhari,İman,38; Müslim,İman,1)
Üstad Kuşeyri der ki Allah Rasulü’nün: “Sanki O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir” buyurmasında murâkabe haline işaret vardır. Çünkü murâkabe “kulun Hakk Teâlâ’nın her halükarda kendisini denetlemekte olduğunu bilmesidir. Bu bilginin sürekli olması kul tarafından Rabbine yönelen bir murâkabedir.[7]
Muarakabe tasavvufta ihsan makamına ulaşmanın yolu olarak kabul edilmiş ve bir eğitim metodu olarak kullanılmıştır. İlk devir eserlerinden günümüze kadar hemen hemen tüm klasik eserlerde murâkabeyle ilgili müstakil bölümler açılarak ayrıntılı bir biçimde işlenmiştir.
Serrac et-Tûsî el-Lüma’ adlı eserinde murakbeyi şöyle tanımlar: “Kulun murâkabesi kalbinde ve gönlünde bulunan şeylere Allah’ın muttali olduğunu bilip yakinen kavramasıdır. Bu suretle kul kalbini, Efendisi’nin zikrinden alıkoyan kötü havatıra karşı murâkabe eder. Murâkabe üçtür:
1. Mübtedîlerin Murakabesi: Hasan b. Ali Damğani’nin dediği gibi: “Allah’ın iç dünyamıza muttali olduğunu bilerek gönlümüze sahip olmaktır”.
2. Mutavassıtların Murâkabesi: Bu tür murâkabe Ahmed b. Ata’nın şu sözünde ifadesini bulmuştur: “Sizin en hayırlınız, Hakk’ın dışında her şeyden fanî olarak Hakk’ı Hakk ile murâkabe edeniniz; adabında, fiil ve ahlâkinda Allah Resûlüne tabi olanınızdır”.
3. Büyüklerin Murâkabesi: Onlar murâkabe ile gönüllerini Allah’a bağlarlar. Allah’ın murâkabe konusunda kendilerini korumasını dilerler. Çünkü Allah onları nücebâsından ve has kullarından kılmış; hallerini başka bir kavme açmamalarını istemiş ve işlerini bizzat yönettiğini ifade buyurmuştur: “O salihleri yönetir” (A’raf; 7/196)”.[8]
Kuşeyrî murâkabeyi şöyle tanımlar: “Kul geçmişte işlediklerinden ötürü nefsini hesaba çeker, derhal durumunu düzeltir, karalı olarak Hakk yolda yürür, kendisi ile Allah arasında haller itibariyle kalbini dikkatle, güzelce denetler ve her nefes alıp verişte Allah (ın rızasını) düşünürse bütün hallerinde Allah Teâlâ’yı murâkabe etmiş olur. Netice olarak kul Allah’ın kendisi üzerinde murakıb olduğunu, kalbine yakın bulunduğunu, hallerini bildiğini, fiillerini gördüğünü ve dediklerini işittiğini bilir. Bunların hepsinden gafil olan daha başlangıçta vuslat imkanından uzak kalmış olur. (Allah’a) yakınlık (makamundaki) hakikatlerinden çok daha fazla uzak kalmış olur”.[9]
Gazalî İhyâ’sında muarakabeye özel bir bölüm açmış, hakikatini ve derecelerini ayrıntılı bir biçimde incelemiştir:
“Murâkabenin hakikati Rakîb’i (murâkabe edeni) gözetmek ve himmetini tamamen ona çevirmektir… Bu murakebeden gaye kalbin bir durumudur. O durum marifet çeşitlerinden birinin meyvesidir. Azalarda ve kalpte bir atkım ameller meydana getirir. Hal’e gelince o kalbin, Rakîb’i (muarakabe edeni) gözetmesi, onunla meşgul olması, ona iltifat etmesi, onu mülahaza etmesi ve ona dönmesidir.”[10]
Ona göre murâkabe iki dereceden oluşur:
“Birinci Derece: Sıdıklardan olan mukarreblerin murâkabesidir. Bu murâkabe ta’zim ve iclal muarakabesidir. Kalp, celali düşünmekle tamamen dolar, Allah’ın heybeti altında kırılır. Orada asla başkasına bakma ihtimali olmaz….[11]
İkinci Derece: Ashâb-ı yemînden olan muttaki kimselerin murâkabesidir. Bu kimselerin, Allah’ın zahir ve batınlarına muttali olmasının yakini kalplerine galebe çalmıştır. Fakat celalin mülahazası onları sarhoş etmemiştir.”[12]
Murâkabeyi birkaç sınıfta tasnif etmek mümkündür. Ayrıca herkes kendi mana derecesine göre telezzüz edeceğinden esprileri ve tezahürleri de diğerlerinden farklı olcaktır.
Avamın Murâkabesi: Emirleri eksiksiz ifa, yasaklardan da son derece sakınmak, Allah’ın Alîm, Basîr ve Habîr olduğunu, aldığımız soluk, verdiğimiz hava gibi bizimle olduğunu bir an bile unutmadan, nefs ve masiva cehenneminin kahredici çukurlarına düşmeden yaşamaya çalışmaktır.
Havass’ın Murâkabesi: Nakşbend Hazretlerinin dediği gibi: “Kainata baktığın zaman hiç farkına varmadan, mahlukatı aradan çıkararak Hakk’a doğru nazardır”.İlahi kudretin tecellilerini bir ses, bir yankı gibi duyurmaya çalışan eşyadaki bu sırrı hem sinede hem de gözde seyretmektir. Buna “ayne’l-yakîn” de denir.
Ehassü’l Havass’ın Murâkabesi: “Ne ticaret, ne de alış-verişin Allah’tan alıkoymayacağı…” (Nur; 24/37) şeklinde açıklanan dünyevi hiçbir meşgalenin Hakk’tan uzak kalmasına bir an sebep olmayacağı, gönlü Allah ile meşbu’, kendisi de tecellilerin meftunu, batınını Hakk’a adamış bir şekilde yaşayabilmek.[13]
Müceddidî-Nakşilikte murâkabeler konusunun önemli bir yeri vardır. Ahmed Sihrindî murâkabeler hakkında eserlerinde ayrıntılı bilgi vermemiş ise de sonraki Müceddidîler bunları detaylı ve sistematik bir şekilde anlatmışlardır. Bu murâkabeler belli ayet ve kavramların derinlemesine tefekkürü olup, bu tefekkür bağlamında feyzin Allah’ın zatından salikin letaifine gelişini beklemek ve düşünmektir.[14]
Hâlid-i Bağdadî mektuplarının toplandığı Buğyetü’l-Vâcid isimli eserin otuz üçüncü mektubunda Müceddidiyye meşrebine göre murâkabe konusunu şu şekilde açıklığa kavuşturmuştur. Biz biraz özetleyerek ilgili kısımları ve mertebeleri burada zikretmek istiyoruz:
“Bilmiş ol ki Maiyet muarkabesi’nden sonra Akrabiyyet Murâkabesi gelir. Akrabiyet Murâkabesi Velâyet-i Kübra dairelerinin birinci dairesidir. Velayet-i Kübra’nın üç tam, bir yarım dairesi vardır. Bu yarım daireye “Kavs” denir. İkinci, üçüncü ve Kavs dairelerinde Muhabbet Murâkabesine geçilir. Bu velayet Peygamberler (as)’ın velayetidir. Daha sonra toprak unsurunun dışındaki üç unsundan Bâtın isminin müsemmasının râbıtası yapılır. Buna Velâyet-i Ulyâ denir. Sonra toprak unsurundan Nübüvvet Kemallerinin Murâkabesi vardır. Sonra Risalet Kemali’nin murâkabesi vardır. Sonra da Ulü’l-Azm’in kemalinin murâkabesi vardır. Bundan sonra da Hey’et-i Vahdaniyye’nin murâkabesi gelir. Hey’et-i Vahdaniye letâif-i aşere[15]nin birleşmesinden meydana gelir. Sonra İbrahim’in dostluk makamının murâkabesi gelir. Daha sonra Muhabbet-i Zatiye (Hakikat-i Museviyye)’nin mırakabesi gelir. Sonra Muhibbiyet-i Zatiyye (Hakikat-i Muhammediyye) dairesi gelir. Sonra halis Hubb-i Zat (Hakikat-i Ahmediyye) dairesi gelir. Sonra (Lâ-Tayyün) mutlak Hazret-i Zât mertebesi vardır. Sonra güzel Kâbe’nin hakikati gelir. Bunların akabinde Hakikat-i Kur’aniyye mevcuttur. Bunu takiben Oruç ve Namazın Hakikati gelir. Sonra Sırf Ma’budiyyet bakımından halis ma’budiyyet ve seyr-i nazarinin hasıl olma dairesi gelir. Bu seyr kademi değildir. Çünkü kademi seyr abdiyyet makamlarındadır”.[16]
Şu durumda toparlayacak olursak Nakşbendiyye indinde her biri seyr u sülûkun bir menzili olan murâkabelerin tertibi şu şekilde gösterilebilir:
A. İmkân Dâiresi:
1. Kalb Murakabaesi
2. Ruh Murâkabesi
3. Sır Murâkabesi
4. Hafî Murâkabesi
5. Ahfâ Murâkabesi
6. Ahadiyyet Murâkabesi
B. Velâyet-i Suğra Dâiresi
7. Maiyyet Murâkabesi
C. Velâyet-i Kübrâ Dâiresi
8. Akrabiyyet Murâkabesi
9. Mahbûbiyyet Murâkabesi
10. İsm-i Zâhirin Müsemmâsı Murâkabesi
D. Velâyet-i Ulyâ Dâiresi:
11. İsm-i Bâtının Müsemmâsı Murâkabesi
E. Kemâlat-ı Selâse Dâiresi:
12. Kemâlât-ı Nübüvvet Murâkabesi
13. Kemâlât-ı Risâlet Murakâbesi
14. Kemâlât-ı Ulü’l-Azm Murâkabesi
F. Hakâik-i İlâhiye Dâiresi:
15. Hakîkat-ı Kâbe Murâkabesi
16. Hakîkat-i Kur’ân Murâkabesi
17. Hakîkat-i Salât Murâkabesi
18. Mâbudiyyet-i Sırf Murâkabesi
G. Hakâik-i Enbiyâ Dâiresi:
19. Hakîkat-i İbrâhimiyye Murâkabesi
20. Hakîkat-i Mûseviyye Murakâbesi
21. Hakîkat-i Muhammediyye Murâkabesi
22. Hakîkat-i Ahmediyye Murâkabesi
23. Hubb-i Sırf-ı Zâtî Murâkabesi
H. Zât-ı Baht
24. Lâ Taayyün Murakabesi[17]
[1] Uludağ,age,s.377-378
[2] Cebecioğlu,age,445
[3] Eraydın,age,s.159
[4] Memiş,age,s.292
[5] Yazır,age,c.4,s.235
[6] age,c.5,s.153
[7] Kuşeyri,age,s.331
[8] Tûsî,age,s.53-54
[9] Kuşeyrî,age,s.331-332
[10] Gazali,age,c.4,s.784
[11] age,s.784
[12] age,s.787
[13] Gündüz,age,s.298
[14] Tosun,İmam-ı Rabbani Ahmed Sihrindi,s.77
[15] Letaif-i Aşere: Beşi emir aleminden: Kalp-Ruh-Sırr-Hafî-Ahfâ. Beş tanesi de halk alemindendir: Nefs-Toprak-Hava-Su-Ateş.
[16] Bağdadî,age,s.190-192
[17] Gümüşhanevi,Câmiu’l Usul; Hüseyin Hamdî b.Hüseyin,Hasbihâlü’s Sâlik; İmam-ı Rabbanî,Mektûbât-ı İmam-ı Rabbanî; Tosun,İmam-ı Rabbanî Ahmed Sihrindî;Bağdâdî,age