Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, Şemaili ve Adetleri

Ahmet Ziyâeddin Gümüşhânevî Hazretleri(k.s.)’nin Şemâili

Yakın talebelerinden Ankaralı Ahmed Hilmi Efendi’nin Gümüşhânevî’nin Terceme-i Hâli isimli risalesinde Hazret-i Pîr’in şemaili ve adetleri şu şekilde anlatılmaktadır:

Hazretin yüzü gayet nuranî, mütebessim, gül rengindeydi. Kaşları kavisli, ortası açık, burnunun orta kısmı hafif yüksekçe, bıyıkları sünnet üzere kısa, sakalları uzun ve beyazdı. Gözleri hafif şehlaydı. Sağ gözünün altında bir ben vardır. Yine sol gözünün burnuna bitiştiği bir noktada ben mevcuttu. Yüzünün çeşitli yerlerinde benler vardı. Yüzüne bir kere bakan tekrar bakmayı arzu ederdi.

Sultânî zikir bütün vücudunu etkisi altına almıştı. Bu durum dilinde, damarlarında ve gözlerinde hissedilir bir haldeydi. Ellerinde damarları zikirle hareket eder, gözleri uyur, kalpleri uyumazdı.[1]

Geceleri yanında bulunanlara malum olmuştur ki, yüzünde hasıl olan nurun parlaklığının kandile galip geldiği olurdu. Bu hal zahir olduğunda gözler kamaşır, yüzüne bakılamaz bir hal oluşurdu. Bu durumda müritleri feyzi ganimet bilir, bununla terakki ederlerdi.[2]

Güzel bir kokuları mevcuttu ki hisseden mest olurdu.[3] Vücutları gülyağından daha güzel kokardı.[4] Güzellikte “Yusuf-ı sânî idi” dense sezadır.[5]

Güzel bir yüze sahip oldukları gibi güzel ahlak ve vasıflarda da ileri derecede idiler. Talebe ve sair müslümanlara karşı ihsan ve ikramdan geri durmazlardı. İhsan verirken ekseri bir lira veya beyaz mecidiye verirlerdi. Eyüp’e ziyaret için gittiklerinde fukara göçmenlere ve özellikle kadınlara ihsanda bulunurlardı. 

Daima müritleriyle aynı sofrada otururlar, yemeğin başında ve sonunda tuz kullanırlardı. Sürekli huzur üzere ve vakar sahibiydi. Yaşlılık dolayısıyla vücutlarına zafiyet isabet edinceye kadar üç aylar, pazartesi-perşembe, eyyâm-ı bıyz ve sair günlerde oruçlu olurlardı.

Sürekli ve tekrarlanmakla birlikte Mektûbât-ı Rabbânî, Fütühât-ı Mekkiyye ve Şaranî’nin Yevâkıt’ı gibi sufiyyeye ait eserleri huzurundaki hocalara okutarak dinlerdi.

Hava değişikliği için bağa ve taşraya çıktıklarında daima yanlarına iki hoca alarak tasavvuf ve fıkıhtan kitaplar mütalaa ettirirdi. Çoğunlukla Muhammediyye ve Marifetnâme okurlar, zikir ve fikirle meşgul olurlardı.

Sünnet-i seniyyeye ittibada titiz olup azimetle amel eder, ruhsattan kaçınırlardı. Asa edinmişler, sakallarını kınalamışlardı. Misvakı terk etmezler, geceleri gözlerini sürmelerlerdi.[6]

Gayet güzel konuşurlardı. Konuştukları hep hikmet ve sûfiyâne kelamlardı. Zor işleri halleder, bu işler onun niyet ettiği gibi sonuçlanırdı. Ziyaret için taşradan gelenlere memleketlerindeki müminlerin hallerini sorar, gelenlerin niyetlerini ve duygularını Rabbanî bir ilhamla bilir, genellikle söylerlerdi.[7]

Geceleri dört saaten fazla uyumaz, mübarek gecelerde ihvanla birlikte bütün geceyi ihya ederlerdi. Genellikle âdeti gecelerin çok kısa olduğu yazları bile işraktan sonra iki saat uyumakla yetinmekti.

Mahmut Paşa Medresesi’nde bulundukları esnada otuz yıl yatakta yatmamış, kıbleye müteveccih oldukları halde bazen odanın bir köşesinde, bazen odanın penceresi tarafındaki incir ağacının altında zikir ve taatle meşgul olmuşlardı. Burada insanın aklına durgunluk verecek acayip, hârikulâdelikler zuhur ederdi. Fakat bu zuhuratları kimseye söylemez, kendisine bundan bir korku da gelmezdi. Esrarı gayet kuvvetli muhafaza ederdi.

Halk ile ihtilatı sevmez, Hak ile ünsiyet peyda ettiğinden yalnızlığı severdi. Kimsenin yanına giderek lüzumsuz söz söylemezdi. İcap ettiğinde bir yere gittiğinde çok oturmazdı.

Devamlı abdestli bulunurdu. [8]  

Genellikle Eyüb Sultan’a ziyarete giderken önce Beyazıd’a varıp Sultan Bâyezid’i ziyaret eder sonra Süleymaniye’ye varırlardı. Sultan Süleyman’ın türbesi haziresine girip kıbleye karşı oturarak “Hele biraz eğlenelim füyûzât erip rahmet gibi yağsın.” buyurmuşlardı. Bu zayıf kul (Ankaralı Ahmed Hilmi Efendi) beraberindeydim. Oturup gözlerimi yumduğumda hakikaten öyle belli belirsiz ince yağmur gibi her taraftan füyûzât-ı Nebî ihâta edip yağıyor zannettim. Bir zaman feyiz içinde kaldım. Sonra Hazret ayağa kalktı, orada bulunan Mekke ve Arafât resimlerine bakarak dışarı çıktılar. Sonra Şeyh Ebu’l-Vefâ’yı, Sultan Fâtih Hazretleri’ni ve Hazreti Emir Hamza-i Berîrî ve Hazreti Emir Buhârî’yi ziyâret ederek hayli zaman teveccühte bulundular. Sonra Halebî merhum tarafına yönelerek Müftiyü’s-Sakaleyn İbni Kemal Paşa’nın kabri önünde oturarak bir miktar murakabe ve sonra Halebî merhumun kabri başında tilâvet-i Kur’ân’la hayli zaman meşgul oldular. Sonra Hazreti Eyyûbe’l-Ensârî’ye vardığımızda Edirne Kumandanı Veysel Paşa bazı komutanlarla Hazreti Üstad’ı ziyaret ettiler. Eyüp havalisinde büyük çınar ağacı denileni yeri ziyaret edip “Eyyûbe’l-Ensârî bu mahalde medfûn diye rivayet var.” buyurdular.[9] 


[1] Ankaralı Ahmed Hilmi, Gümüşhânevî’nin Terceme-i Hâli, 1a-1b.

[2] age, 4b-5a.

[3] age, 1b.

[4] age, 5a.

[5] age, 5a.

[6] age, 3b.

[7] age, 5a.

[8] age, 6b-7a.

[9] age, 9a-9b.