
Yakın talebelerinden Ankaralı Ahmed Hilmi Efendi Gümüşhânevî’nin Terceme-i Hâli isimli risalesinde Gümüşhânevî’nin irşat hususiyetleri hakkında şunları nakleder:
Gece gündüz müritlerinin terbiyesi ile meşgul olurlardı. Merhametleri galip olmakla beraber herkesi meşrebine göre terbiye ederlerdi. Bazen latifeci olurlar, bazen celalleri galip gelirdi. Her sınıftan ve memuriyetten müritleri vardı. Herkesi kendi memuriyeti içinde istikamet ettirerek terbiye eder, şer’-i şerife ve sünnet-i seniyyeye ittibâı yol gösterirlerdi. İlimden vazgeçilmesine razı olmaz, ilimde sebat edilmesinden razı olur ve alim olmanın gereklerini salık verirlerdi.[1] Ömürlerini asla zayi etmezler talebe okutmak, kitap yazmak ve tariki neşretmekle meşgul olurlardı.[2]
Her Cuma hatm-i şerîf kıraatinden önce mihraba geçer, ihvanın haline münasip süluka ve hallerine dair nasihatler ederlerdi.[3]
Daima şer’-i şerîfi ihya etmeye gayret ederlerdi. Hakikat bahislerinden konuşanlara “Hele şeriati kemaliyle tahsil et, sana lazım olan ilmihâldir. Ehl-i sünnet mezheb üzere itikadını tashih edip fukahânın beyanı vech üzere abdest ve gusl ve salâtını öğren. Yoksa filan evliyâ şu makâmdaydı, Muhyiddîn-i Arâbî Hazretleri’nin vahdet-i vücûda kâil makamı ne idi… Ahirette senden bunu sormazlar ancak imân ve evâmir-i İlâhiye’den sorgu olunacaksın. Sana elzem olan şeyi öğrenmeye çalış.” diye buyururlardı.
İhvanın öğrenmesi için birkaç sene boyunca Cuma günleri Hatimden önce iki hocayı karşısına alır otuz iki farz, akaid ve Allah’ın sıfatlarıyla alakalı sorulu cevaplı, tafsilatlı bilgi akışını sağlarlardı.[4]
Kendisinden tarikat almak isteyen kişilere sorardı:
“Kur’an okumayı bilir misin?”
“Bilirim” derse,
“Kur’an okumak zikrin en faziletlisi değil midir?” derdi.
Hizmetinde bulunan zat “Efendim, Kur’an’ın lafızlarını öğrenmiş, manasına vakıf olmaya gelmiş” dediğinde,
“Müfessirler mânasını beyan etmiş, oradan öğrensin” derdi.
Yine hizmetinde bulunan zat “Efendim, müfessirlerin beyanı lügat mânasıdır. Hakiki mâna ehl-i sufiyye indindekidir. Ancak meşayıhtan alınır, onu öğrenmeye gelmiş.” derdi.
Eğer intisab etmek isteyen askeriyeden ise;
“Bu asker düşmanın hilesini, düşmanla nasıl ne zaman savaşılır tamamen öğrenmiş mi” diye sorardı.
Hizmette olan Efendi “Evet efendim, askerin vazifesi olan dış düşmana nasıl silâh tutup mukâbele olunacağını öğrenmiş ancak şimdi içteki düşmanın hilesi ve ondan nasıl kurtulunur ve nasıl savaşılır onu talep edip öğrenmeye gelmiş. İnsanın bâtınında olan nefsî düşmanın hilesini öğrenmek her şeyden önce değil midir efendim” dediğinde;
Etrafındaki ihvana latife ederek “Bak mahkeme kâtibi ile anlaşırsan davayı senden tarafa çevirir” buyururlardı.[5]
İntisap etmek isteyenlere istihare talim ederler, istidat ve kabiliyetleri anlaşıldıktan sonra kabul ederlerdi.[6]
Konuşmalar esnasında birisi “Bu mesele hakikatte şöyledir, sufiyye indinde böyledir.” gibi laflar ettiğinde “Sübhanallah, bu zatı birisi hakikatten bahsetmekten vazgeçirse ona bir kürk giydiririm.” diye latife ederdi.[7]
Yatakta istirahat halinde iken dahi ihvanı imtihan ve irşattan geri durmazlar, kalben onunla meşgul olurlardı. Onların hallerini ıslah ve terbiye edebilmeleri için himmet ve gayretten geri durmazlardı.
Hatm-i hacenin icra edildiği günler ziyarete gelenlere makamları üzere iltifat ve taltifte bulunurlardı.[8]
Her sene halvet açar, istidadı olan müritlerini orada terbiye ederdi. Halvete ilim talebesi ve hâce olmayanı almazdı. Halvet sonrası ulemadan müderris ve icazetli olanlara müstehak ise hilafet verirdi. Halvet sonrası süluk ehline az yemek, tek çeşit yemek, ilahi emirlere hürmet ve mahluka merhamet ve kardeşlerini gözetmeyi tavsiye ederek “İlahî kitapların özü budur.” derdi.
Halvetten sonra ihvanla birlikte Yuşa Hazretlerini ziyaret ederek birkaç gün orada ikamet ederlerdi. Burada Mevlid-i Şerif kıraat eder, hatm-i hace icra ederlerdi. Beraberindeki ihvanla Şehidü’l-Hak denilen kabristanı ziyaret ederlerdi.[9]
Cuma günleri hatm-i kebirden sonra kurulan teveccüh meclisinden sonra saflar arasında dolaşarak şu beyitleri okuyarak ihvanı şevk ve cezbeye getirirlerdi:
“Cânib-i mâşûka, gel dil hânesinden revzen aç,
Tâ o revzenden cemâl-i yâri seyrân edesin.
Ve hullet oldur ki gönlünden dilbere bir yol ola.
Dili ruhsârıyla handan edesin”
“Yâ Rabb nefs-i bed buladı hep, eylemedi hem lütuf çok
Senden meded, affeyle suçumuz, açıver yolumuz
Dışı insan, içi hayvan olursa bir kişi
Taşlar ile dövünüp insan, bulmaz ise ne güç”
“Ey derde dermân isteyen yetmez mi dert dermân sana âh”[10]
İrşat müddetleri kırk seneden fazla olup bir milyona yakın insana tarikat vermiş ve yüz on altı halife yetiştirmişlerdir. Bunların her biri bulundukları mahalleri ihya ederek büyük hizmetler yapmışlardır.[11]
[1] Ankaralı Ahmed Hilmi, Gümüşhânevî’nin Terceme-i Hâli, 1b.
[2] age, 2a.
[3] age, 3b.
[4] age, 3b.
[5] age, 5a-5b.
[6] age, 6a.
[7] age, 4a.
[8] age, 5a.
[9] age, 7a-7b.
[10] age, 7b.
[11] age, 2b.