Hayatı
Tam ismi Ziyâeddin Ömer b. el-Hâc Abdullah ed-Dağıstânî el-Avârî’dir. 1266/1849-50 yılında o dönemde Dağıstan’ın Çerkay kazasına bağlı olan Miatlı köyünde doğmuştur.[1] Miatlı, Koysu (Sulak) Nehri kıyısında, bugün Dağıstan’ın Kızılyurt bölgesine bağlı ve buraya 25 km. uzaklıkta bir köydür.[2] Ömer Ziyâeddin Efendi’nin vefatından sonra eserlerini neşreden Polathaneli Ömer Lütfi, yazdığı terceme-i halde köy isminin Mırtî olduğunu ifade etmektedir.[3] Müellifin bazı eserlerinde Mırtî nisbesini kullanması bu bilgiyi desteklemektedir.[4] Terceme-i Hal Varakası’nda ise resmî makamlara kendisini Dağıstânî-Avârî nisbesiyle takdim etmeyi tercih etmiştir.[5]

Dağıstan’ın coğrafi olarak ortalarına denk gelen Miatlı havalisi, Dağıstan haklarından Avarların meskun olduğu bir yerdir, yakın bölgelerdeki Kumuk Türkleri’yle komşudur. Ömer Ziyâeddin Efendi’nin eserlerinde de işaret edildiği üzere kendisi Avar milliyetine mensuptur.[6] Bu halk Dağıstan dillerinin Avar-Andi koluna mensup Avarca lisanını konuşan sünnî-müslüman bir topluluktur.
Ziyâeddin, lakabı olup Osmanlı ilmiye geleneği icabı kendisine hocası Gümüşhânevî tarafından verilmiş olduğu rivayet edilmektedir. Gümüşhânevî kendisini “Sana Ziyâeddin adını veriyorum, isminle muammer ol!” diyerek bu lakapla taltif etmiştir.
Dağıstânî’nin babası bölgenin âlimlerinden Abdullah Efendi, annesi Fatma hanımdır.[7] İlk eğitimini babasından almış, Arapça’yı ve çevre Dağıstan dillerini ondan öğrenmiştir. Sonra yerel medreselerde dîni ilimleri tahsil etmiştir. Terceme-i Hâl Varakası’nda burada aldığı eğitimi “Akâid’e kadar ders gördüm. Arabî ve Türkî ve Dağıstan lisanları üzerine tekellüm ve kitâbet ederim.” şekilde nakletmektedir.[8]
“Akâid’e kadar ders görmek” bir medrese tabiri olup Sâdeddîn-i Teftâzânî (v. 792/1390)’nin Şerhu’l-Akâid isimli kelam ilmine dair temel eserine kadar ders gördüğü anlamına gelmektedir. Bu eser Osmanlı medrese geleneğinde seviyesi ortanın üzerinde olan kırklı medreselerde okutulan bir kitaptır. Buradan, Ömer Ziyâeddin Efendi’nin daha Dağıstan’dayken ciddi bir eğitim almış olduğu kanaatine sahip olunabilir.
Gençlik çağlarında Polathâneli’ye göre “Şeyh Şamil hazretlerinin gazavât-ı mârûfesi esnâsında maiyetinde hizmet etmiştir.”[9] Oğlu Yusuf Ziya Binatlı ise “1876 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Şeyh Şâmil’in oğlu Gazi Mehmed Paşa’nın maiyetinde Kafkas cephesinde muharebeye katıldı.”[10] demektedir. Bu rivayetlerden ilkinin yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Şeyh Şamil 1859’da silah bıraktığında Dağıstânî henüz çocuk yaşlardadır. Binatlı’nın zikrettiği ise 93 harbi diye maruf, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’dır.
İmam Şamil’in kendisinden sonra Kafkasya’da devam eden mücadelesinin aktif mensubu olduğunu anladığımız Ömer Ziyâeddin Efendi, Kafkasya’dan Anadolu’ya büyük göçlerin yaşandığı bu tarihlerde, 27-28 yaşlarında olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve ilim tahsiline yönelmiştir.
Nakşibendî-Hâlidî geleneğin İstanbul’daki en önemli ve meşhur temsilcisi olan Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî (v. 1894) ile tanışmış ve ona intisap etmiştir. Şeyh Şamil ailesiyle yakınlığı dolayısıyla Nakşî-Halîdî geleneğe yabancı olmayan Dağıstânî, mensubu bulunduğu harekâtın önderi Şeyh Şamil’in İstanbul’da bulunduğu sıralarda (31 Mayıs 1869-25 Ocak 1870) Gümüşhânevî ile görüşmüş olduğu bilgisine de muhtemelen önceden sahiptir. Diğer yandan baktığımızda, Gümüşhâneli Dergâhı’nın Kafkas, Kırım ve Kazan bölgesiyle güçlü irtibatlarının olduğunu ve dergah çevresinde göç yoluyla buralardan Anadolu’ya gelmiş muhacirlerden oluşan bir zümrenin oluştuğunu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu âmiller Dağıstânî’yi Gümüşhanevî çevresine celp etmiş olmalıdır.
Ömer Ziyâeddin Efendi, bu şartlarda şer’î ilimlerle ilgili eğitimini Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin yanında tamamlamıştır. Hocasının kendisine “Hafız Ömer” şeklinde hitabı üzerine de bunu bir işaret ve emir saydığı ve altı ay müddetinde hıfzını tamamladığı nakledilen bilgilerdendir. Kendisi dersten mezuniyeti şu ifadelerle dile getirmektedir:
“Gümüşhâneli Dergâhı’nda şeyhimiz Ahmed Ziyâeddin Efendi Hazretleri’nden ikmâl-i nüsah ederek ahz-ı icâzete muvaffak oldum.”[11]
Bu dönemde Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin gözetiminde bir yandan seyr u sülûkunu ikmal etmiştir. Defaaten halvetlere girmiş ve 1301’de, Nakşibendî-Ziyâiyye usulüne göre muhtemelen bir halvet sonrası, yani 15 Şaban’da (19 Haziran 1884) tarikat hilafeti almıştır. Kendisiyle aynı dönemde Tekirdağlı Mustafa Feyzi (v. 1345/1926), Lüleburgazlı Mehmed Eşref ve Ankaralı Ahmed Hilmi (v. 1335/1916) Efendiler gibi Gümüşhâneli Dergâhı’nın önde gelen isimlerinin de hilafet aldığını biliyoruz. Mustafa Fevzi b. Numan’ın (v. 1343/1924) Hediyyetü’l-Hâlidîn’de Gümüşhânevî hulefasını zikrettiği kısımda “Biri Hafız Ömer sâhib-zekâdır”[12] şeklinde zikrettiği şahıs Ömer Ziyâeddin Efendi olmalıdır.
Gümüşhânevî’nin şahsi vakıflarında mûtemet ve şahit olarak kayıtlara geçmiş olmasından gerek şeyhinin, gerekse dergâhın işleriyle yakından ilgilendiğini anlıyoruz. Dergâhın sonraki postnişinleriyle münasebetinin aynı seviyede devam ettiğine dair kayıtlara da ulaşmak mümkündür.
Ömer Ziyâeddin Efendi, ilim icazetinden sonra 1293 senesinde ruûs[13] imtihanını kazandı, Edirne ruûsu payesiyle maaşa bağlanmış oldu. 1295/Aralık 1878’te tekrar imtihanla ehliyetini ispat ederek “ikinci ordu, alay müftüsü”[14] olarak, Edirne’ye gitti. 1297 tarihinde İstanbul ruûs-ı hümâyûna layık görüldü.[15]
Daha sonra 15 Muharrem 1313/8 Temmuz 1895 tarihinden, 15 Muharrem 1324/25 Şubat 1906 tarihine kadar Malkara kazası niyâbetinde bulundu. Burada hukuk ve ceza riyasetlerini de yerine getirdi. Malkara’da bulunduğu sırada 9 Şaban 1321/31 Ekim 1903 tarihinde ruûsu, Kuds-i Şerîf Mevleviyeti’ne[16] terfi olunmuştur.[17]
16 Muharrem 1324/12 Mart 1906’ten itibaren iki buçuk yıl Tekirdağ kadılığını, Bidâyet Hukuk Mahkemesi Riyasetiyle beraber yerine getirdi. Nihayet 1908’de İstanbul’a döndü.[18]
Haziran 1909’da 31 Mart Vak‘ası’na karıştığı, İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti ve Derviş Vahdetî ile ilgisi olduğu iddiasıyla Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından müebbet kalebentliğe mahkum edildi. Cezası bir süre sonra sürgüne çevrilerek Medine’ye gönderildi.[19] Altı ay kadar burada kaldıktan sonra, o sırada Hicâz’a gelen Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa (v. 1944) ’nın maiyetine girerek Mısır’a firar etti.
Kendisi sürgün edilme sebebini, kaleme alıp padişaha takdim ettiği Hadîs-i Erba‘în fî Hukûki’s-Selâtîn isimli eserine dayandırmakta, dönemin siyasi havasının neticesi irtica ile suçlandığını söylemektedir. Sürgün yıllarını şöyle nakletmektedir:
“Telif eylediğim Hadîs-i Erba‘în fî Hukûki’s-Selâtîn nâm risâleden dolayı güya mürteciînden addıyla Medîne-i Münevvere’de imrâr-ı vakt etmek üzere sevk olundum. Orada yedi ay kadar tedris ile meşgul olarak bâdehû Mısır’a azîmet edip bir müddet Mısır’da kaldım.”[20]
Müntezeh Sarayı’nda hidivin saray hocalığını ve imamlığını yaptı.
Mısır’da bulunduğu yıllarda İngiliz hakimiyetine karşı ve müslümanların birliği yönünde konuşmalar yaptığı, yazılar yazdığı söylenmektedir. Arapların Türklere karşı savaşmaması için fetva yayınladığına dair de bilgiler nakledilmektedir. Hatta bu sebepten İngiliz merciler tarafından cezalandırılmak istenmiş ancak bu girişim sonuçsuz kalmıştır.[21]
Sürgün yıllarında da ilmî faaliyetlerden geri kalmadığını anladığımız Ömer Ziyâeddin Efendi önemli eserlerinden Zübdetü’l-Buhârî’yi burada yazmıştır. Eser, dönemin Ezher şeyhi tarafından taktirle karşılanmıştır.[22] İlim meclislerinde vakit geçirdiği, İstanbul’dan Mısır’a gelmiş olan Abdülaziz Mecdî Efendi (Tolun, v. 1941) ile ilmî ve irfanî meselelerde münazaralara yaptığı nakledilmektedir.[23]
1912 yılında çıkarılan genel af üzerine şeyhülislâmlığa başvurarak görev istediyse de kendisine olumlu cevap verilmedi. Mısır’da yaklaşık yedi yıl kaldıktan sonra 1916’da İstanbul’a döndü.[24]
Kayıtlarda “Dîvan-ı Harb-i Örfî kararıyla 25 Haziran sene 325/8 Temmuz 1909 tarihinde mahkum edildiği ve 14 Nisan sene 328/27 Nisan 1912 tarihinde emsali miyânında mazhar-ı afv-ı âlî olduğu…” geçmektedir.[25]
Dağıstânî cezasının affa uğramasını ve İstanbul’a dönüşünü şu şekilde hikaye etmektedir:
“Afv-ı umûmî şeref-sâdır olmasından İstanbul’a avdet eyledim. Mısır’dan avdetim sırasında Şehzade Cemaleddin Efendi Hazretleri’nin maiyyet-i necâbet-penâhîlerinde, heyet-i nâsıhiyye miyânında Edirne’ye azîmet ettim.”[26]
Yukarıdaki ifadeden bir süre Edirne’de vazife yaptığını anladığımız Ömer Ziyâeddin Efendi, 5 Ağustos 1335/5 Ağustos 1919’da Süleymaniye Medresesi’nde hilâfiyat[27] ve 27 Teşrin-i Evvel 1336/27 Ekim 1920’de hadis müderrisliğine tayin edildi.
16 Cemaziyelevvel 1338/6 Şubat 1920’de vefat eden Gümühâneli Dergâhı şeyhi Safranbolulu İsmail Necati Efendi’nin yerine “hulefâ-i mevcûdenin erşed ve a’lemi olduğundan, seccâdenişîn-i irşâd olarak, şart-ı vâkıf mûcebince”[28] Gümüşhâneli Dergâhı postnişini oldu.
Dağıstânî, 1 yıl ve 10 ay süren postnişinlik döneminde dergâhta Gümüşhâneli’nin vakıf şartlarına uygun bir şekilde vazife yapmıştır. Dergâh işlerinin yönetimi için bir heyet oluşturmuş, hatm-i hâcegân icrası, Râmûzü’l-Ehâdis[29] kıraatı ve saliklerin tarikata kabulü gibi postnişinin deruhte ettiği vazifeler dışındaki yönetimi onlarla paylaşmıştır.
Yine vakıf şartına uygun bir şekilde Gümüşhâneli Dergâhı’nda bastırılması mutat olan eserlerin basımıyla, şartlara uygun bir usulle okutulmasıyla ve gerekli yerlere ulaştırılmasıyla ilgilenmiştir.
Bu dönemde dergâhta Recep 1338/Mart 1920 ve Recep 1339/Mart 1921 tarihlerinde iki kere halvet açıldığı anlaşılmaktadır. Bu halvetlerden sonra Harputlu Mustafa Sabri b. Ahmed, Erzurumlu Yakub Sabri, İzmitli Mehmed Hilmi b. Kamil, Keskinli Mehmed Emin b. Ahmed, Tavşancıllı Hafız Ali Efendi, Şamlı Mehmed Tevfik b. Mehmed Ebussuûd isimli zevata hilafet verilmiştir. Yine vefatından sonra Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi isimli eserinin neşrini yapan müritlerinden Trabzonlu (Polathaneli/Akçaabatlı) Ömer Lütfi b. Salih’in Ömer Ziyâeddin Efendi’nin gözetiminde halvete girdiğini biliyoruz.
Gümüşhaneli Dergâhı’nın cumhuriyet dönemine nakleden postnişinlerinden Bursalı Mehmed Zahid (Kotku) Efendi’de ilk olarak Ömer Ziyaeddin Dağıstânî’ye intisap etmiş, vefatından sonra ise sülûkunu dergâhın sonraki postnişini Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’den tamamlamıştır. Mehmed Zahid Efendi’nin hususi günlüğüne Dağıstânî’ye intisabını kaydettiği bölümü Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi şöyle nakletmektedir: “16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı Ayasofya Camii’nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisap eyledi.”[30]
Ömer Ziyâeddin Dağıstânî, 17 Rabiulevvel 1340/18 Kasım 1921 tarihinde Cuma gecesinde yetmiş beş yaşında olduğu halde vefat etti. Süleymâniye Câmii haziresinde Gümüşhâneli hazretleri ile onu takip eden halifelerine mahsus mahalde defnedildi.[31]
Mustafa Fevzi b. Nûman tarafından yazılan ve kabir taşı şâhidesinde yer alan tarih manzumesi şöyledir:
| Sâlis-i kâim-makâm-ı Hazreti Ahmed Ziyâ Vâris-i taht-ı hakîkat, tâc-dâr-ı evliyâ | Evliyâ rûhundan istimdâd eden mesrûr olur Hoş nazargâh-ı İlâhî’dir kubûr-ı asfiyâ |
| Fıkh u Kur’ân u hadîs ilminde bir üstâd-ı küll Râh-ı Hak’da kâfile-sâlâr-ı cem‘-i etkıyâ | Dur cihâr-yâr huzûrunda tamam İhlâs ile Fâtihâ eyle tilâvet, râbıta kıl Fevziyâ |
| Zü’l-cenâheyn Hazreti el-Hâc Ziyâeddîn Ömer Burda medfûndur o sultân-ı serîr-i ezkiyâ |
Dört defa evlenen ve yirmi dört çocuk sahibi olan Dağıstânî’nin ilk üç evliliğinden doğan çocukları yaşamamıştır. Soyu, son eşi Nazife Binatlı’dan (v. 1962) doğan sekiz çocuğundan beşiyle devam etmektedir.[32] Aile, Binatlı soyadını almıştır.
Orta boylu, ela gözlü ve buğday simalı olan[33] Ömer Ziyâeddin Efendi’nin hafızası, insanı hayrette bırakacak kuvveteydi. Kur’ân-ı Kerîm’i Fâtiha kadar hızla okumak kabiliyetine sahipti. Tercüme ettiği Zübdetü’l-Buhârî’yi ve bazı hadis kitaplarını ezberlemişti. Bundan öte bazı belgelerde “hafız-ı Buhârî” ünvanını kullanmasından[34] Buhârî-i Şerîf’i ezberlediği anlaşılmaktadır. Senelerce hatimle teravih kıldırdığı gibi ahir ömrüne kadar Kur’ân-ı Kerîm’i altı saatte başından sonuna kadar ezbere okumaya muktedirdi.[35] Müridi Polathâneli’nin ifadesine göre “Kerîm, sahî, ahlâk-ı hamîde-i sâire ile muttasıf, muhaddis, âlim, fazıl, vâsiu’l-lutf bir pîr-i rûşen-zamîr idi.”[36]
İyi bir eğitim almak yanında, yaratılıştan gelen meziyetlerini de göz önünde bulundurduğumuzda Ömer Ziyâeddin Efendi’nin, Osmanlı son döneminde yetişmiş önemli bir ilim-irfan insanı olduğunu söylemek mümkündür. Arapça ve Kafkas dillerine vukufunun getirileri yanında, sürgün yıllarında temas kurduğu çevreler sayesinde beynelmilel bir şöhrete sahip olduğu da söylenebilir. Bu şöhrette, önce müridi ve halifesi, sonra postnişi olduğu Gümüşhâneli Dergâhı’nın Anadolu sınırlarını aşan tesirinin de katkısı vardır.
Vazifelerinden ve verdiği eserlerden İslamî ilimler içinde fıkıh, hadis ve kıraat konularında mütehassıs olduğunu anlıyoruz. Hal tercemesinde verdiği bilgilerden ahir ömründe hala bu konularla ilgili teliflere gayret ettiği anlaşılmaktadır. Eserlerinden bir kısmının manzum olarak kaleme alınmış olması şiir ve nazma dair özel bir kabiliyeti olduğunu da göstermektedir. Öyle ki bu kabiliyet Türkçe, Arapça ve Avarca olmak üzere üç ayrı dil ailesine mensup lisanda manzum ürünlere dönüşmüştür.
Bir âlim ve ârif olarak devrinin hadisâtına karşı duyarsız kalmadığını anladığımız Dağıstânî, insanların irşadına ve dinî bilincin oluşmasına dair yaptığı çalışmalar yanında, siyasi hayatın öne çıkardığı temel meselelerde de eserler telif etmiştir. Bir hukukçu olarak bir yandan Kanûn-ı Esâsî’yi şerh ederek anayasal düzene geçilmesini önemini vurgularken, diğer taraftan Hukûk-ı Selâtîn isimli eseriyle Osmanlı siyasi hayatındaki mevziini göstermek istemiştir. Özellikle ikinci eserin mahiyetine bakılacak olursa Sultan II. Abdülhamid ve icraatına dair içte ve dışta devam eden ve bir kısmı haklı sebeplere dayanan muhalefete rağmen, Dağıstânî’nin devletin ve milletin bekasını, müslümanların birliğini gözetmek haysiyetiyle, hilâfet makamının tesirini tahkim edecek bir söyleme mensup olduğu anlaşılmaktadır. Bu üslupta, âlim kimliğiyle, ikiye bölünmüş Osmanlı siyasi hayatını ilkeler ışığında barıştırma ve bağdaştırma gayreti olarak görülmelidir.
Aslında bu tutumun, şeyhi Gümüşhânevî ve çevresinden süregelmiş umumî tavır olduğu anlaşılmaktadır. Dönemin yazar-çizer takımı bir yana, ulema ve meşayıhtan önemli bir kitlenin Abdülhamid muhalefetine rağmen, Gümüşhâneli Dergâhı çevresi siyasi iradenin tahakkümüne girmeksizin, “milletin ve devletin âlî çıkarları” dolayısıyla halife olarak sultanın hükümranlığını destekleyici bir tavır içinde bulunmuşlardır. Zıddına örneklerden hareketle, onlar ne bazı Mevlevî çevrelerde olduğu gibi -gizlice de olsa- muhalefet kanadına dahil olmuş, ne de Şeyh Zâfir ve Ebu’l-Hüdâ örneğinde olduğu gibi tamamen sultanın siyasetinin bir parçası haline gelmişlerdir.
Bu çevrenin kendilerine has bir incelikle yürüttükleri -tabiri caizse üçüncü yol- aslında klasik ulema ve meşayıhın sultana nasihat ve onu gerekli durumlarda ikaz vazifesinin o dönem şartlarındaki akisi sayılabilir. Gümüşhânevî’nin bizzat II. Abdülhamid’e ahlakî ve şer’î kaidelerin toplumda ihdası için ikazlarda bulunmuş olmasını bu kabilden görmek gerekmektedir.[37] Yine Dağıstânî’nin yukarıda da ifade edildiği gibi, halife/padişaha itaati teyit eden Hukûk-ı Selâtîn yanında, sultanın yetkilerini belirleyen, bir anlamda sınırlayan Kânûn-ı Esâsî’yi gündeme getiren Mir’ât-ı Kânûn-ı Esâsî isimli eseri kaleme alması da bu tarzın örneklerindendir.
Dağıstânî’nin sonraki dönemlerde, siyasî meselelerdeki tutumunu gösteren bir hadise de, aslında başka bir devirde bu üçüncü yolun nasıl işletildiğini gözler önüne sermektedir. Rivayete göre Sultan Vahdettin bizzat Gümüşhâneli Dergâhı’na gelip kendisine şeyhülislamlık teklif etmiş, Ömer Ziyâeddin Efendi ise “İşgal altında bulunan bir memlekette fetva makamı işgal edilmez.” diyerek bu teklifi geri çevirmiştir.[38] Dağıstânî’nin, devrin padişahının irade ve arzusuna rağmen, içeriğinde “işgalin kabul edilemez olduğuna işaret eden” önemli bir ikaz bulunan bu vazife reddi, müstağni, ilkeli, sözü ve tavrıyla nasihatten geri durmayan bir âlim portresi çizmektedir.
Eserleri
Ömer Ziyâeddin Efendi’nin vefatından bir yıl önce kaleme aldığı Terceme-i Hal Varakası hayatı kadar eserleriyle alakalı da bize nihai ve yeterince bilgiler vermektedir. Eserlerini kaleme aldığı diller, basılıp basılmadığı, baskı tarihleri ve ziyan durumları açısından değerlendiren Dağıstânî’nin o dönemde halihazırda devam eden çalışmaları da olduğunu bu kayıttan anlayabiliyoruz:
“Üç lisan üzere müteaddit manzum ve mensur, matbu ve gayr-ı matbû, yirmiyi mütecaviz âsârım vardır. Matbû olanlardan meşhurları Sünenü’l-Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye nam muhtasar-ı Buhârî’dir ki makâm-ı meşîhat-ı ulyâdan bi’t-tasdîk Dersaadet’te Mahmut Bey Matbaası’nda tab’-ı hâcerle matbudur. İkincisi Zübdetü’l-Buhârî’dir ki Mısır’da Şeyhü’l-Ezherî Efendi Hazretleri’nin tasdik ve takdiriyle Matbaa-i Kübrâ’da tab edilmiştir. Bir de usûl-i hadîsten Es’ile ve Ecvibe nam kitabım dahi Bursa Matbaası’nda hurûfât ile matbudur. Ve Metn-i Akâid Tercümesi nam eserim dahi keza Bursa Matbaası’nda tab edilmiştir. et-Teshîlâtü’l-Âtire fi’l-Kırâati’l-Aşere nam eserim dahi Dersaadet’te Rizeli Hasan Efendi Matbaası’nda tab edilmiştir. Âdâbü’l-Kur’ân nam eserim dahi Matbaa-i Osmaniye’de tab edilmişdir. Lehû Mevhibe-i Bârî Tercüme-i Buhârî nam kitâb-ı müstetâbdan yalnız iki forma miktarı tab olunarak kalmıştır. Türkçe Mu‘cizât-ı Nebeviyye manzûm olarak Edirne Askerî Matbaası’da tab edilmiştir. Ve hâkezâ Dağıstan’da Şeyh Şamil’in lisanı bulunan Avar kabilesinin lisanı üzerine Mevlîd-i Şerîf ve Mi‘râc-ı Şerîf ve Kısas-ı Enbiyâ manzum olarak tab ve neşr edilmiştir. Mevlid ve Mi‘râc ve Mu‘cizât Edirne’de Askeriyye Matbaasında tab edilmiş ve Kısâs-ı Enbiyâ ise Dağıstan’da Timurhan Şora Matbaası’nda tab edilmiştir. Gayr-ı matbu olan âsârım ise Tercüme-i Zübdetü’l-Buhârî maa’ş-şerh ikmâl edilerek nezdimde mevcuttur. Ve hâkezâ Kitâbü’l-İkrâr’dan Kitâbü’d-Da‘vâ ve ilâ âhirihî Mecelle, Arabü’l-ibâre manzum olarak tertip edilmiş, nezdimde mevcuttur. Ve hâkezâ usûl-i fıkıhtan meşhur Mirkât’ı Arabiyyü’l-ibâre manzum olarak mehmâ emken şerh ve izah ile beraber tertip eyledim. Fakat maalesef ziyana uğramıştır. Ve bir de Zevâidü’z-Zebîdî nâm eser dahi Mısır Matbaası’nda geçen sene tab edilmiştir. Ve hâkezâ cemî fünûnun yani on iki fennin usûl-i imtihân üzerine es’ile ve ecvibe tertip edilerek gayr-ı matbû olarak nezdimde mevcuttur. Ve bu kere dahi yedimde ve hâl-i hâzırda Ma‘a Teferrede bihî Müslim ani’l-Buhârî nam eserimin ikmali kuvve-i karîbeye gelmiştir. 1293 tarihinde makâm-ı meşîhate takdim eylediğim Tecvîd-i Ömerî nam kitabım mazhar-ı takdîr olunarak taşra ruûsundan Edirne ruûsuyla taltif olundum.”[39]
Eserleriyle ilgili bu bilgileri merkeze almak suretiyle ve basılmışsa tarihlerini de göz önünde bulundurarak konularına göre bir tasnif yapmak mümkündür:
Kur’an/Kıraat İlimleri:
1. Mîzânü Hakkı’l-Akvâl: Eserin tam ismi Mîzânü Hakkı’l-Akvâl ve mâzâ ba’de’l-Hakkı ille’d-Dalâl’dir. Kendisine namaz farz olan kimselere tecvidin de kesin delillerle farz olduğuna dair Arapça bir risaledir. Tecvîd-i Ömeriyye ile birlikte 1293 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bir mânada Tecvîd-i Ömeriyye’nin girişi mahiyetindedir. Aynı cüz içinde tab edilmiştir. Ancak müellif tarafından ayrıca isim belirlenmesi, bunun yanında bir kitap tertibiyle başının, bölümlerinin ve sonucunun belirlenmiş olması dolayısıyla ayrı bir eser kabul edilmesi gerekmektedir.
2. Tecvîd-i Ömeriyye: Eser, müellifinin giriş kısmında ifade ettiği üzere Arapça ve Türkçe tecvide dair eserlerin bir hülasası olarak Arapça kaleme alınmıştır.[40] 1293 yılında İstanbul’da basılmış, Dağıstânî tarafından meşihat makamına takdim edilerek, bu eserle taşra ruûsundan Edirne ruûsuna taltif edilmiştir. İlk iki eserin nadir bulunan matbu nüshası Millet Ktp., Ali Emîrî-Manzum, nr. 1386’da bulunmaktadır.
3. et-Teshîlâtü’l-Atîre fi’l-Kırâati’l-Aşere: Bu eser ülkemizde kıraat ilminde ders kitabı olarak okutulan Abdülfettah el-Paluvî (v. 1192/1778?)’nin Zübdetü’l-İrfân fi Vücûhi’l-Kur’ân isimli eserinden yararlanarak kaleme alınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’den İstanbul tarikine ait, yalnız birinci cüzün aşere usulüne göre vücuhâtını, okunduğu şekliyle ihtiva etmektedir. Müellif eserinde önce ayeti yazmış, sonra Asım Kıraati’nden farklı okuyan kıraat imamları ve râvilerinin remizlerini yazarak, aşere vücühâtlarını her ayette sırasına göre talebenin istifadesine sunmuştur. Eserinde Ebu Amr’ın ikinci râvisi Sûsî’nin idğâmının med miktarını, idğam olan kelimelerin üzerine yazmıştır. Ayrıca Fatiha ve Bakara surelerindeki med türlerinin med miktarlarını, gerekli kelimelerin üzerine yazmıştır. Buna benzer uygulamaları, teshîl, imâle, ihtilâs, nakil, ibdâl, taklîl, terkîk ve tefhîm ile okunan kelimelerin altına veya üzerine talebenin kolayca faydalanabilmesi için kodlayarak vermiştir. Eser İstanbul’da 1304 tarihinde basılmıştır.
4. Âdâbu Kırâati’l-Kur’ân Hafdu’l-Esvât inde Tilâveti’l-Âyât: Hafd-ı savt/ses tonunu alçaltmak Kur’an tilavetinin adabındandır. Eserde alçak ve hafif bir ses tonu ile okunması adaptan olan ayetler listelenmiştir. Ayetlerin sayfa ve satır numaralarına da işaret edilmiştir. 1326 yılında İstanbul’da basılmıştır.
5. Miftâhü’l-Kur’ân: Polathâneli Ömer Lütfî’nin yazdığı terceme-i hâlde “gayr-ı matbû” kaydıyla bulunmaktadır.[41] Başka bir yerde tespit edilememiştir.
Hadis:
6. Es’ile ve Ecvibe fî İlmi Usûli’l-Hadîs: Hadis usulü kavramlarını soru ve cevaplı bir şekilde ele alan Arapça bir eserdir. Bursa’da 17 Rebiulâhir 1307 tarihinde basılmıştır.
7. Sünenü Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye: Buhârî’nin Sahih’inde yer alan kavlî hadislerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir hadis mecmuasıdır. 4541 hadisi içermektedir. Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi naşiri Ömer Lütfi, bu kitabın girişinde eseri şöyle tanımlamıştır: “Ömer Ziyâeddin hazretleri tullâb u kâriîn-i kirâma teshîl olmak üzere Buhârî-i Şerîf’in senedâtı ve mükerrerâtını tayyetmek ve yalnız ehâdîs-i kavliyye-i Nebeviyye’yi hasretmek sûretiyle ihtisâr edip mecmu’u 4541 hadîs-i şerîfi câmî Sünen-i Akvâl-i Nebeviyye nâmıyla [1]308 tarihinde İstanbul’da bir kitap tab’ u neşr etmiştir.”[42]
8. Hadîs-i Erbaʻîn fî Evsâfi’s-/Hukûki’s-Selâtîn: Halife ve sultanın vasıfları ve tâbileri üzerindeki hakları hususunda bir araya getirilmiş, tercümesi ve yer yer kısa açıklamaları yapılmış kırk hadisten oluşmaktadır. Eserin yazma nüshası Hadîs-i Erba‘în fî Evsâfi’s-Selatîn ismiyle İÜ. Nadir Eserler Ktp., TY., nr.3729’da bulunmaktatır. Sayfa cetvelleri altın varaklı, nesih hatla kaleme alınmış, 17 yaprak ve 19 satırdan müteşekkildir. Daha sonra bazı eklemeler ve metinde yapılan tasarruflarla Hadîs-i Erba‘în fî Hukûki’s-Selatîn ismiyle 1326’da İstanbul’da basılmıştır. Yazar eserini bastırdıktan sonra Sultan II. Abdülhamid’e sunmuştur. Sultan da 60 altın hediye ederek Dağıstânî’yi taltif etmiştir.[43]
9. Mevhîbe-i Bârî Tercüme-i Buhârî: Buhârî’nin Câmiʻu’s-Sahih’inin baş kısmının tercümesidir. İstanbul’da 1327 bir forma yayınlanmıştır. Yayının arka kapak yazısından anlaşıldığı kadarıyla bütün metni “kamilen harekeli ve gayet musahhah” olarak tam bir tercümeye niyet edilmiş görünmektedir. Ancak yukarıda Terceme-i Hal Varakası’nda iki forma basıldığı ve öyle kaldığı söylenmektedir.
10. Zübdetü’l-Buhârî: Sünenü Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye isimli Buhârî’deki kavlî hadislerden müteşekkil eserdeki mâna olarak benzer hadislerin ve tekrarların çıkarılmasıyla oluşturulmuştur. 1534 hadis içermektedir. Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi naşiri Ömer Lütfi, bu kitabın girişinde eseri şöyle tanımlamıştır: “Ömer Ziyâeddin hazretleri tullâb ve kâriîn-i kirâma teshîl olmak üzere Buhârî-i Şerîf’in senedâtı ve mükerrerâtını tayy etmek ve yalnız ehâdîs-i kavliyye-i Nebeviyye’yi hasretmek sûretiyle ihtisâr edip mecmûu 4541 hadîs-i şerîfi câmi’ Sünen-i Akvâl-i Nebeviyye nâmıyla [1]308 tarihinde İstanbul’da bir kitap tab’ u neşr etmiştir. Merhum muşârun ileyh, bu kitabı herkesin kolayca okuyup ezberleyebilmesini temîn için ehâdîs-i kavliyye-i Nebeviyye’den mâna cihetinden müttehit ve yalnız rivâyetin teaddüdü dolayısıyla elfâzda kısmen muhtelif olan hadîs-i şerîfleri birleştirmek ve mükerrerâtı tamamen, akvâl-i ruvâtı kısmen, iska[t] etmek suretiyle de tekrar ihtisâr edip 1534 hadîs-i şerîfi hâvî Zübdetü’l-Buhârî namıyla 1330 tarihinde Mısır’da bir kitap vücuda getirerek tab’ u neşr etmiş…”[44] Eser Mısır’da sürgün döneminde kaleme alınmış ve Ezher şeyhinin taltifine mazhar olmuştur.
11. Zevâidü’z-Zebîdî: Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdî (v. 893/1488) Buhârî’nin Câmiʿu’ṣ-Saḥîḥ’ini belirlediği şartlarla tekrarları çıkararak Tecrîdü’s-Sârih ismiyle ihtisar etmiştir. Dağıstânî, kitabın şartlarına uygun olmasına ve mükerrer olmamasına rağmen esere alınmamış 105 hadis tespit etmiş ve Zevâid’de bunları yayınlamıştır. Eser, 1336’da İskenderiye’de basılmıştır.[45]
12. Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi: Kendisi tarafından kaleme alınan Zübdetü’l-Buhârî isimli hadis seçkisinin tercümesidir. Trabzon’da 1. cilt: 1341, 2. cilt: 1926 ve 3. cilt: 1345/1927 yıllarında ailesinin ve müritlerinden Polathaneli Ömer Lütfi’nin gayretiyle basılmıştır.
13. Fihristü Muhtasari’l-Buhârî alâ Hurûfi’l-Muʻcem: Sünenü Akvâli’n-Nebeviyye mine’l-Ehâdîsi’l-Buhâriyye isimli eserinin ilk harfleri esas alınarak alfabetik olarak hazırlanmış fihristidir. Hadis numarası ve hadisin ilk kelimeleri sütunlar halinde dizilerek verilmiştir.
14. Ma‘a Teferrede bihî Müslim ani’l-Buhârî: Dağıstânî’nin hal tercemesini yazdığı sıralarda tamamlanmasının yakın olduğunu ifade ettiği eser, isminden anladığımız kadarıyla Müslim’in Sahîh’inde yalnız Müslim’in rivayeti olup Buhârî ile ortak olmayan hadislerden müteşekkildir.
Genel İslâmî İlimler:
15. [el-Es’ile ve’l-Ecvibe fî Cemî‘i’l-Fünûn alâ Usûlü’l-İmtihân]: On iki ilme dair imtihan usulüyle, soru-cevap şeklinde kaleme alınmış bir eserdir. Müellifin hali hayatında basılmamış olarak elinde bulunan bu eserlerin akıbetini bilemiyoruz.
Akâid:
16. Akâid-i Nesefiyye Tercümesi: Ebû Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed en-Nesefî’nin (v. 537/1142) Mâturidî akaidine dair el-Akâid isimli eserinin yer yer açıklamalı tercümesinden ibarettir. Bursa’da 1307 tarihinde basılmıştır.
Fıkıh:
17. Mir’ât-ı Kânûn-ı Esâsî: Eserin mahiyetini ifade eden kapağındaki metinde “Kânûn-ı Esâsî’nin madde-be-madde, fıkra-be-fıkra mündericâtı, ahkâm-ı şer’iyyeye temas ve tevâfık eylediği gibi, bunu irâ eder nukûl-i mûteberândan ahz ve terkîm kılınmıştır.” kaydı bulunmaktadır. Dolayısıyla eser, Mecelle de göz önünde bulundurularak, Kânûn-ı Esâsî maddelerinin Kur’an, hadisler, fukahanın içtihat ve fetvalarından deliller getirilerek şerh edilmesinden ibarettir. İstanbul’da 1324’te basılmıştır.
18. Manzum Mecelle: Terceme-i Hâl Varakası’ndaki “Kitâbü’l-İkrâr’dan Kitâbü’d-Da‘vâ ve ilâ âhirihî Mecelle, Arabü’l-ibâre manzum olarak tertip edilmiş…” ifadesinden müellifin Mecelle’nin bahsi geçen kısımlarını Arapça manzum bir şekilde kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Eserin akıbetiyle alakalı bilgiye ulaşılamamıştır.
19. Şerhü’l-Mirkât: Osmanlı ulemasından Molla Hüsrev (v. 885/1480)’in fıkıh usulüne dair meşhur eseri Mirkâtü’l-Vusûl’ün manzum şerhidir. Hal tercemesinde ifade edildiği üzere zayi olmuştur.
Tasavvuf:
20. Fetevâ-yı Ömeriyye: Arapça ve Türkçe karışık kaleme alınan eser, tasavvufun tartışmalı meseleleri ve tarikatların uygulamalarına taalluk eden konular hakkında, hadis ve ayetler şahit getirilerek ve fıkıh kitaplarından derlenen fetvalar delil gösterilerek kaleme alınmış fetvalardan oluşmaktadır. Yazma nüshası Manisa Ktp., Manisa Akhisar Zeynelzade Koleksiyonu 1357 numarada bulunmaktadır. İstinsah tarihi 1340/1920 olup 50 yaprak, 20 satır ve 240×160-175×95 mm. boyutlarındadır. Baskısı ise Edirne’de 1301yılında yapılmıştır. Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar adıyla İrfan Gündüz ve Yakup Çiçek tarafından Arapça kısımlar tercüme edilerek ve Türkçe kısımlar sadeleştirilerek 1984’te neşredilmiştir.
Siyer ve Peygamberler Tarihi:
21. Mevlîdü’n-Nebî: Klasik mevlid usulüyle ve Avar diliyle yazılmış olan eserin bölümleri şu şekildedir: Giriş, Hazreti Âmine’nin hamileliği, Efendimiz’in doğumu, çocukluğundaki mucizeleri, süt emmesi, peygamber olarak gönderilmesi, miraç, hicret ve münâcaat. Eser mensur bir dua ile sona ermektedir. 124 beyitten oluşan manzumede yer yer salavat aralıkları vardır. 14. beyit işaretlenerek Osmanlı mevlid icrasına uygun olarak “ayağa kalkma ve oturulduktan sonra cemaate şeker veya bal şerbet ikramı mahalli” olarak işaret edilmiştir. Eser 1 Rabiulâhir 1299’da Edirne’de basılmıştır. Lezgi dilinde kaleme alındığına dair bilgiler hal tercemesinde müellifin de ifade ettiği üzere yanlıştır.
22. Muʻcizâtü’n-Nebî: Peygamber Efendimiz’in mucizeleri hakkında 195 beyitten oluşan hacimce küçük, manzum bir mesnevîdir. Sonunda mensur bir dua kısmı vardır. 8 Rabiulevvel 1304 yılında Edirne’de basılmıştır.
23. Muʻcizâtü’l-Enbiyâ: Ebû İshak İbrahim b. Muhammed b. Halef b. Hamdân’ın Kitâbü’l-Mu‘cizât isim eserinin tercümesidir. Dağıstânî’nin vefatından sonra yayımlanmıştır. Eserin pasajlar halinde Arapça metni ve altında tercümeleri verilmiştir. Yirmi peygamberin her birinin mucizesi zikredilmiş, her birinin ardından Peygamber Efendimiz’in mukabil mucizesi zikredilmiştir. Kitabın ana mantığı bütün peygamberlerde bulunan hususiyetlerin Efendimiz’de bulunduğu yönündedir. Eser h.1340’da İstanbul’da basılmıştır.
24. Kısas-ı Enbiyâ: Manzum olan eser Avarca’dır. Lezgi dilinde kaleme alındığına dair bilgiler hal tercemesinde müellifin de ifade ettiği üzere yanlıştır. Dağıstan’da basıldığı yukarıda Hal Tercemesi’nden yapılan nakilde ifade edilmiştir. Esere ulaşılamamıştır.
25. Mi‘râc-ı Nebî: Yukarıda Hal Tercemesi’nden yapılan nakilde Mevlid ve Kısas-ı Enbiyâ ile birlikte zikredilen eserin, diğer ikisi gibi manzum ve Avarca olduğu anlaşılmaktadır. Aynı yerde ifade edildiğine göre Edirne’de basılmıştır. Eser tespit edilememiştir.
[1] Binatlı, Yusuf Ziya, “Dağıstânî Ömer Ziyâeddin”, DİA, VIII, 406.
[2] 1961’de köyün doğu kısmı Chiryurt rezervuarının suları altında kaldı. Bu bölgedeki evlerin sakinleri, Bachazul tala adı verilen, köyün batı kısmına taşındı. 9 yıl sonra bir deprem meydana geldi ve bunun sonucunda konut ve idari binalar yıkıldı. Evlerini kaybeden köylüler bu sefer kuzeydeki Kökrek ilçesine sevk edildi. Köyün imarından sonra evlerine dönebildiler. Halkı geçmişten beri demircilik, dericilik, ahşap işleri, halıcılık gibi zanaatlarla ve bağcılıkla uğraşmıştır. Ömer Ziyâeddin Efendi, hala köyün meşhurları arasında “Ömer Gazi Ziyâeddin” olarak tanınmaktadır. Bk. https://tochka-na-karte.ru/Goroda-i-Gosudarstva/11964-Miatli.html, 09.01.2022.
[3] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 7.
[4] Ömer Ziyâeddin Efendi, Akâid-i Nesefiyye Tercümesi’nde Avârî, Es’ile ve Ecvibe ile Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi’nde Dağıstanî, Fetevâ-yı Ömeriyye ve et-Teshîlâtü’l-Atîre’de Dağıstânî-Mırtî nisbelerini kullanmıştır. Eserlerde Mırtî geçen nisbesinin tam olarak neye işaret ettiği anlaşılamamıştır.
[5] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[6] Torunu Cüneyt Binatlı “Lezgi boyundan ve Avar Türkleri’ndendir.”, Polathaneli Ömer Lütfî “Lezgi aşiretinin Avar cinsindendir.” Yusuf Ziya Binatlı ise “Avar Türkleri’ndendir.” demektedir. Ancak Lezgiler Avarlardan farklı bir Dağıstan halkı olarak güney Dağıstan’da yaşamaktadır. Avarlar ise Türk değildir.
[7] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 33 (Nüfus Tezkiresi).
[8] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[9] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 7.
[10] Binatlı, agm., DİA, 406.
[11] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[12] Mustafa Fevzi b. Numan, Hediyyetü’l-Hâlidîn (Menâkıb-ı Ziyâiyye içinde), 347.
[13] İlmiye teşkilâtında göreve başlama işlemi için gerekli belgeye ruûs deniyordu. Medrese tahsilini tamamlayıp mülâzım olanlardan mülâzımlık süresinden sonra girdikleri ruûs imtihanını başaranlar ruûs alırlardı. Bunlar ibtidâ-i hâric medreselerine tayin edildikleri için ruûslarına ibtidâ-i hâric ruûsu deniyordu. bk. Ahıshalı, Recep, “Ruûs” DİA, XXXV, 272-273. Nitekim Dağıstânî’de bu payeyle Fasih Efendi Medresesi İbtidâ-i Haric müderrisliğine getirilmiştir. bk. Dağınık (Erçetin), Zeynep, “Osmanlı Son Dönem Âlimlerinden Ömer Ziyâeddin Dağıstânî” Turkish Studies, 12/35, 133-146.
[14] Alay müftüsü, Osmanlı askerî teşkilâtında askerin mâneviyatını yükseltmek için onlara dinî bilgiler ve zaman zaman vaazlar vermek, bazan da teçhiz ve tekfin işleriyle ilgilenmekle görevli askerî memur. Alay müftüsü protokolde binbaşıdan önce gelirdi. Bk. Kazıcı, Ziya, “Alay”, DİA, II, 347-348.
[15] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[16] Mevleviyet, Osmanlı ilmiye teşkilâtında yüksek dereceli kadılıklar için kullanılan bir terimdir. Mevleviyetlerin itibar bakımından derecelenmesi ise kadıların terfi sırasına göre devriye mevleviyetleri, mahreç mevleviyetleri, bilâd-ı hamse mevleviyetleri, Haremeyn mevleviyetleri şeklindeydi. Devriye mevleviyetine dâhil ve hâriç medreselerinin müderrisleri tayin ediliyordu. Devriye mevleviyetinin üzerinde yer alan kadılıklara ise mahreç mevleviyeti denilmiştir. Bunlar yüksek rütbeli medreselerden ilk olarak kadılığa çıkılan yerlerdir. Mahreç mevleviyeti statüsünde bulunan şehirlerden biri de Kudüs’tü. Bk. Unan, Fahri, “Mevleviyet” DİA, XXIX, 467-468.
[17] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[18] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[19] Binatlı, agm., DİA, 406.
[20] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[21] Binatlı, Cüneyt, “Sultanların Sohbete Katıldığı Dergâh”, Milli Gazete, 13 Kasım 2011.
[22] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[23] Ergin, Osman Nuri, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, 48.
[24] Binatlı, Yusuf Ziya, agm., DİA, 406.
[25] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 4.
[26] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[27] Hilâfiyat: Fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilafları konu edinen ilim dalıdır.
[28] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 8.
[29] Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî tarafından cem edilmiş hadis mecmuası. Kitabın okutulması ve belli bir usulle ilim ehline icazet verilmesi Gümüşhâneli Dergâhı’nın usulünden olmuştur.
[30] Coşan, Mahmud Es’ad, Mehmed Zahid Kotku, 12.
[31] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 7.
[32] Binatlı, agm., DİA, 407.
[33] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 33 (Nüfus Tezkiresi).
[34] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Y_EE 71/88.
[35] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 7.
[36]Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 8.
[37] Gördebil, Osman, “Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî’nin Toplumsal Hayata Yönelik Padişaha Gönderdiği Mektubu”, Doğumunun 200. Yılı Hatırasına Uluslararası Gümüşhânevî Sempozyumu-Bildiriler, İstanbul, 2014.
[38] Binatlı, Cüneyt “Sultanların Sohbete Katıldığı Dergâh”, Milli Gazete, 13 Kasım 2011.
[39] İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Sicill-i Ahvâl Dosyaları, nr. 1396, vr. 5 (Tereme-i Hal Varakası).
[40] Dağıstânî, Ömer Ziyâeddin, Tecvîd-i Ömeriyye, 36.
[41] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 6; Mu‘cizâtü’l-Enbiyâ, 4.
[42] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 2.
[43] bk. Dağınık (Erçetin), Zeynep, “Osmanlı Son Dönem Âlimlerinden Ömer Ziyâeddin Dağıstânî” Turkish Studies, 12/35, 133-146.
[44] Dağıstânî Ömer Ziyâeddin, Zübdetü’l-Buhârî Tercümesi, 2.